ABD, 5 Kasım’da eski başkan ve Cumhuriyetçilerin yeniden adayı olan Donald Trump ile Başkan Yardımcısı ve Demokratların adayı olan Kamala Harris arasında gerçekleşecek seçime hazırlanıyor.
Çin açısından seçimden Başkan Yardımcısı Kamala Harris‘in mi yoksa eski Başkan Donald Trump‘ın mı galip ayrılacağı çok da önemli görünmüyor. Hem Pekin’de karar vericiler hem de Çin kamuoyu, seçimi kim kazanırsa kazansın Washington’ın Çin’i jeopolitik olarak çevrelemeye, ekonomik ve teknolojik gelişimini bastırmaya yönelik politikalarını sürdüreceğini düşünüyor.
Adaylardan hiçbirinin Çin ve ABD arasındaki gerilimleri gidermesi ve ilişkilerde önemli bir iyileşme sağlaması beklenmezken, Çinliler, seçim sonrası iki kötü seçenekle karşı karşıya kalacaklarını öngörüyor.
Harris’in, seçilmesi halinde ABD Başkanı Joe Biden dönemi politikalarını sürdürmesi bekleniyor. Biden yönetimi, Çin ile küresel rekabette teknoloji alanında ihracat ve yatırım kısıtlamalarıyla ulusal güvenliğe ağırlık veren politikalar uygulamış ve Amerikan müttefiklerini de bu konuda arkasından sürüklemeyi başarmıştı.
Donald Trump ise önceki başkanlık döneminde Çin’e karşı cepheleşme yaratan bir tutumu benimsemiş, iki ülke arasında gümrük tarifelerinin karşılıklı yükseltilmesiyle tırmanan “ticaret savaşını” başlatan ilk hamleler Trump döneminde atılmıştı.
ABD’de yeni bir Trump döneminin yaratacağı olası iç gerilimlerin, ilgiyi Çin’den uzaklaştırabileceği, Pekin yönetiminin, Biden yönetiminin devamı niteliğindeki bir Harris başkanlığını daha istikrarlı bir seçenek olarak görebileceği de öngörülüyor.
Yüzmilyarlarca dolarlık “ticaret savaşı”
ABD ile Çin arasında bir ticaret savaşının başlangıcı olarak görülen gelişmeler, dönemin Başkanı Trump’ın, iki ülke arasında ticaret açığını ve Pekin yönetiminin rekabete aykırı sanayi teşvik politikalarını öne sürerek 2018 yılında Çin’den ithal edilen çelik ve alüminyum ürünlerine ilave gümrük tarifesi getirme kararıyla başladı.
Çin’in buna karşılık vermesi üzerine uluslararası kamuoyunda “ticaret savaşı” olarak adlandırılan, iki ülkenin yüz milyarlarca dolarlık dış ticaret alışverişleri için gümrük tarifelerini karşılıklı artırmasıyla tırmanan bir süreç yaşandı.
Taraflar, 2019’da ticari anlaşmazlıkları geçici olarak askıya almaya karar verirken, müzakereler sonunda 2020’de “Faz 1” olarak adlandırılan anlaşmayla tarife artışlarının bir bölümü rafa kaldırıldı.
Trump, Çin ile ekonomik rekabette, daha çok ABD aleyhine olan dış açığına odaklanan, dış ticaret kalemlerinde gümrük vergilerini artırma tehdidiyle Çin üzerinde baskı kurmaya çalışan bir yöntemi benimsedi.
Donald Trump döneminde ayrıca Çinli telekomünikasyon şirketi Huawei ve ZTE’ye getirilen kısıtlamalar, teknoloji alanındaki daha geniş kapsamlı tedbirlerin öncüsü oldu.
Teknoloji savaşı
Trump’tan başkanlığı devralan Biden, önceki dönemdeki tarife artışlarını ve şirketlere yönelik kısıtlamaları muhafaza ederken, teknoloji alanında daha sistemli, korumacı ve ulusal güvenliğe odaklı bir yaklaşıma yöneldi.
Biden yönetimi, “yüksek çitli küçük bahçeler” olarak adlandırdığı stratejiyle, ABD’nin ulusal güvenliğini tehdit edebilecek kilit teknolojilerin transferini önlemek üzere kısıtlayıcı ve korumacı tedbirler uygulamaya başladı.
10 Ağustos 2022’de Biden’ın onayıyla yürürlüğe giren Çip ve Bilim Yasası, Çinli üreticilerin ileri çip teknolojilerine erişimine getirdiği kısıtlamalarla Washington’ın, Çin’in bu sektördeki teknolojik kabiliyetine set çekme niyetini açıkça ortaya koydu.
ABD Ticaret Bakanlığına bağlı Sanayi ve Güvenlik Bürosu (BIS), 7 Ekim 2022’de, aralarında Çin’in en büyük hafıza çipi üreticisi Yangzte Memory Technologies ve en büyük yarı iletken donanım üreticisi Naura Technology Group’un bulunduğu 31 şirket ve kurumun İhracat Kontrol Listesi’ne alındığını bildirdi.
Öte yandan Başkan Biden, ihracat kısıtlamalarına ek olarak, 10 Ağustos 2023’te, Çip ve Bilim Yasası’nın kabulünün yıl dönümünde imzaladığı başkanlık kararnamesiyle, yarı iletkenler ve mikro-elektronik, kuantum bilgi teknolojileri ile yapay zeka sistemlerinin olduğu üç kritik teknoloji alanında Amerikan şirketlerinin Çin’de girişim sermayesi ve hisse ortaklığı yatırımları yapmasına kısıtlama getirdi.
Çin’e karşı müttefiklerle işbirliği
Biden döneminin Trump politikalarından en önemli farkı, Çin’e karşı politikalarında ABD müttefiklerini de peşinden sürüklemesi oldu.
Joe Biden döneminde Washington’ın Çin’e yönelik teknoloji kısıtlamalarına, ABD’nin küresel ve bölgesel müttefikleri de destek verdi.
ABD, bu dönemde Çin’in bölgedeki artan nüfuzunu ve askeri varlığını dengelemek üzere mevcut ittifaklarını yeni bağlantılarla güçlendirme ve yeni ittifak ortaklıkları kurma yönünde adımlar attı.
ABD, İngiltere ve Avustralya arasındaki nükleer denizaltı teknolojisinin paylaşımını öngören AUKUS anlaşması; ABD, Hindistan, Japonya ve Avustralya arasındaki Dörtlü Güvenlik Diyaloğu (QUAD) ile ABD, Japonya ve Güney Kore üçlü savunma işbirliği, bu yöndeki girişimler oldu.
Öte yandan Washington, Güneydoğu Asya Uluslar Birliği (ASEAN) ülkelerinden halihazırda savunma ortaklıkları bulunan Filipinler ve Tayland dışında Endonezya ve Vietnam ile ikili düzeyde askeri işbirliğini artırma arayışına girdi.
Çin, ABD’nin bu adımlarını kendisine karşı “dışlayıcı askeri blok oluşturma” çabası olarak değerlendirirken, Çin’in artan askeri varlığı ve müdahaleci tavrından rahatsız bölge ülkelerinin Washington’a yaklaştığı gözlendi.
Dış politika ve Tayvan sorunu
Trump ise Biden’ın aksine ABD’nin NATO başta olmak üzere ittifak yükümlülüklerini eleştirdiği ve dış politikada daha izolasyonist bir çizgiyi benimsediği için Çin ile jeopolitik rekabeti müstakil bir planda ele almayı tercih etti.
Donald Trump’ın, dış politikada Rusya ve Kuzey Kore liderleriyle kişisel ilişkilerini ön plana çıkararak kurduğu ilişkilerin, Çin politikasıyla bağlantısı oldukça sınırlıydı.
Öte yandan Trump, Çin ile egemenlik ihtilafı içindeki Tayvan konusunda başta cepheleşmeci bir tutum izlerken, daha sonra Çin liderliğiyle müzakerelerinin ardından konuyu gündeme taşımamayı tercih etti.
Biden döneminde ise Tayvan sorunu iki ülke arasındaki jeopolitik rekabetin merkezi bir unsuru haline geldi.
Dönemin ABD Temsilciler Meclisi Başkanı Nancy Pelosi’nin Ağustos 2022’de Ada’ya yaptığı ziyaret, iki ülke ilişkilerini kopma noktasına getirdi.
Başkan Joe Biden, bu dönemde ABD’nin olası bir Çin işgalinde Tayvan’ı savunup savunmayacağı sorusuna birden çok kez “Evet” yanıtını vererek, Washington’ın bu konudaki “stratejik muğlaklık” politikasıyla çelişen tavırlar ortaya koydu.
Trump, Çin’e karşı daha çatışmacı bir tutum izleyecek
Çinli siyasi yorumcular, Başkan Yardımcısı Harris’in, Biden dönemi politikalarını genel hatlarıyla sürdüreceğini, bir yandan Çin’in teknolojik ve askeri gelişimini engellemeye yönelik baskılarına devam ederken diğer yandan belirli düzeyde diyaloğu sürdürmeye ve iletişim kanallarını açık tutmaya çalışacağını öngörüyor.
Pekin’deki karar vericiler, her ne kadar olası bir Harris yönetiminden umutlu olmasalar da yeni bir Trump döneminin getireceği belirsizliklere ve risklere karşı “ehvenişer” olarak görme eğilimde.
Diğer yandan Trump’ın izolasyonist dış politikasının ABD’nin müttefikleriyle ilişkilerini zayıflatma ihtimali, kendini kuşatma altında gören Pekin yönetimi için eski Başkan’ı daha tercih edilir kılabilir.
Çinliler, iki aday arasında iktidara gelmesi halinde Çin’e karşı daha çatışmacı bir tutum izleyecek olanın Trump olacağında hemfikir ama onun iktidarının ABD’de yaratacağı iç gerilimlerin ve ülkesine vereceği zararın sonuçta Çin’e yarayacağı esprisi de yapılıyor.
Çin’de popüler kültürde Trump’ın adı Mandarin Çincesinde “Chuan Jianguo” (Çuan Cienguo) olarak yazılıp telaffuz ediliyor. “Çin Ulusu’nu inşa eden” anlamına gelen bu ifade, Trump’ın iç siyasette kutuplaşmadan beslenen, dış politikada izolasyonist yaklaşımı savunan siyasi çizgisinin ABD’yi uluslararası alanda aşağı çekerek Çin’i yükselttiğine dair bir şaka olarak kullanılıyor.