1971 yılında dönemin ABD Hazine Bakanı John Connally G10 toplantısı sırasında, “Dolar bizim para birimimiz ama sizin sorununuz” demişti. Connally ABD Doları’nın dünyanın ana rezerv para birimi olmasına karşın en önemli amacının ABD çıkarlarını ilerletmek olduğu konusunda beklenmedik derecede samimi davranmıştı.
Harward Üniversitesi Afrika Çalışmaları Merkezi Ekonomisti Hippolyte Fofack aynı durumun bugün de geçerli olduğunu belirtiyor. Ancak son yıllarda, doların küresel ticaret ve finans alanındaki merkezi rolü, dünyanın zengin ülkelerinden ziyade yükselen piyasa ve gelişmekte olan ekonomiler (EMDE’ler) için daha fazla sorun teşkil etti.
Örneğin, ABD Merkez Bankası’nın (FED) parasal sıkılaştırma döngüsü tıpkı daha önceki faiz artışlarında olduğu gibi büyük ve aşırı sermaye çıkışlarını körükleyerek EMDE’leri orantısız bir şekilde etkiledi. Bu da makroekonomik zorlukları şiddetlendiren ve borç ödeme maliyetlerini artıran para birimi dalgalanmalarını tetikledi ve kamu yatırımları için sınırlı mali alana sebep oldu.
FED ve diğer gelişmiş ekonomilerin merkez bankaları arasındaki son para politikası farklılıkları, dünyanın zengin ülkelerinde de döviz kuru oynaklığını körüklüyor. FED’in daha uzun süre daha yüksek tutmasının yayılan etkileri, belki de en çok, para birimi yenin hızlı düşüşünü durdurmak için son zamanlarda döviz piyasalarına müdahale etmeye başlayan Japonya’da belirgin hale geldi.
Haziran ayında ABD Hazinesi, potansiyel olarak haksız döviz uygulamaları için Japonya’yı “izleme listesine” ekledi. Her ne kadar ABD Hazine Bakanlığı, Japonya’yı bir para birimi manipülatörü olarak tanımlamaktan vazgeçmiş olsa da bu hamle oldukça önemliydi. Zira ABD para politikalarındaki ayrışmanın küresel riskleri ve bu cephede uluslararası koordinasyonun doğasında var olan zorlukları vurguladı. Üstelik ABD bunun için en sadık müttefiklerinden birine yaptırım uygulayabileceğini de gösterdi.
Japonya, ABD Hazinesi’nin ABD’nin büyük ticaret ortaklarının politikalarını değerlendirmek için kullandığı üç kriterden ikisini karşıladığı için izleme listesine girdi: ABD ile ticarette en az 15 milyar dolarlık bir ticaret fazlası oluşması ve GSYİH’nın % 3’ünün üzerinde bir cari hesap fazlası olması. Üçüncü kriter ise, 12 ay boyunca GSYİH’nın en az %2’si kadar net alım olacak şekilde döviz piyasalarına kalıcı, tek taraflı müdahale yapılmasıdır. Kongre’ye sunulan Hazine raporunda, Japonya’nın bu eşiğe ulaşmamasına rağmen, döviz piyasalarına agresif bir şekilde müdahale ettiği belirtildi.
Japon yetkililerse, 2021’den bu yana değerinin üçte birini kaybeden ve Nisan ayında dolar başına 160’ın üzerine çıkarak 34 yılın en düşük seviyesine gerileyen Japon Yeni’ni desteklemek için gerçekten de milyarlarca dolar harcadı. Bu, büyük ölçüde iki ülke arasındaki genişleyen faiz oranı farkından kaynaklanıyor: FED, enflasyonla mücadele etmek için 2022’nin başlarında faiz oranlarını keskin bir şekilde artırdığında, Japonya Merkez Bankası (BoJ) ülke içi deflasyonu ele almak için negatif faiz oranı politikasını sürdürdü. Hazine raporunda, “büyük, serbest işlem gören döviz piyasalarında, müdahalenin yalnızca uygun ön istişarelerle çok istisnai durumlar için saklı tutulması gerektiği” beklentisini vurguladı.
En önemlisi, Japon yetkililer, yenin düşüş trendini tersine çevirmek için nisan ve mayıs aylarında 9,8 trilyon yenlik (61,2 milyar dolar) rekor bir harcama yaptı ve 2022’de para birimini savunmak için kullanılan toplam miktarı aştı. Bu çabaların ölçeğine rağmen, yenin düşüşü devam etti ve son derece entegre bir küresel finansal sistemde düşen bir para birimini savunmanın zorlukları gözler önüne serildi.
Japon Yeni’ni savunmak
Bu arada, yatırımcılar, yurtdışındaki daha yüksek getirili varlıklara yatırım yapmak için yen cinsinden borç almayı içeren alım satımlara giderek daha fazla artırdılar. Carry trade (taşıma ticareti) olarak bilinen bu işlemlerle artan tahvil getirileri yen üzerinde aşağı yönlü baskı oluşturdu. Ayrıca, para biriminin değer kaybetmesi, artan döviz kuru riskleri, talebin daha da azalması ve yenin zayıflığını güçlendirmesi nedeniyle ihracatçıları ülke dışı kazançlarını yene dönüştürmek istemedi.
Temmuz ayında, Japon hükümeti yen satın almak için 36 milyar dolar harcadı ve bu yıl üçüncü kez piyasalara müdahale etti. Citigroup, ülkenin bu tür bir kampanya için 200-300 milyar dolarlık mali rezervi olduğunu tahmin ediyor ve bu da yeni desteklemek ve ekonomik zararı azaltmak için doların, diğer para birimlerinin ve hatta devlet tahvillerinin satması anlamına gelebilir.
Normal şartlarda merkez bankaları ihracatı artırmak ve rekabet gücünü artırmak için yerel para birimlerini zayıflatarak müdahale ederler. Yenin dolar karşısında %46 değer kazanmasına yol açan 1985 Plaza Anlaşması, ABD için tam da bunu yapmış, fakat Japonya’nın da rekabet gücünü azaltmıştı. Dolayısıyla Japon otomotiv şirketleri fabrikalarını ABD’de kurmaya itilmişti.
Japonya’nın para otoriteleri tarafından son zamanlarda atılan olağandışı adımlar, bunun yerine, küresel istikrar ve büyüme için para politikası ayrışmasının yüksek maliyetlerini yansıtıyor. Zayıf yen, ABD’ye gelen turizmi ve ihracatı artırırken, aynı zamanda aşırı döviz kuru oynaklığına yol açarak kurumsal yatırımları azalttı ve endüstri ve ithalatçılar için maliyetleri artırdı. Japon ekonomisinin yarısından fazlasını oluşturan özel tüketim yavaşladı ve stagflasyon riskini artırdı. Sonuç olarak, Japon hükümeti Mart 2025’te sona erecek mevcut mali yıl için büyüme tahminini %1,3’ten yaklaşık %0,9’a aşağı yönlü revize etti.
Bazı son göstergeler faiz oranı farkının daraldığına ve yenin istikrar kazandığına işaret ediyor. Temmuz ayının ikinci yarısında yen, dolar karşısında %4 oranında güçlendi ve Japonya Merkez Bankası’nın gösterge faiz oranını %0,25’e yükseltmesinden bir gün sonra mart ayından bu yana en güçlü seviyesine yükseldi. Yenin yükselişi, Haziran ayında daha ılımlı ABD enflasyon verilerinin ve Temmuz ayında daha yumuşak bir işgücü piyasasının ardından geldi. Her iki gösterge de FED’in enflasyon hedefinin dışında maksimum istihdam hedefine daha erken odaklanmasına yol açacak nitelikteydi.
Ancak sistemik olarak önemli merkez bankaları arasındaki bu yeni politika ayrışması dönemi, doların muazzam küresel etkisinin altını çiziyor. Merkez bankaları senkronize bir şekilde hareket ettiğinde, ABD para birimini yalnızca EMDE’ler için bir sorun olarak görmek kolaydı. Yine de Japonya’nın son zamanlardaki para birimi stresi, doların hem zengin hem de fakir ekonomiler için bir sorun olduğunu kesin bir şekilde hatırlatıyor.